10 Nisan 2021 Cumartesi
İnsanlar yeryüzünde Allah’ın halifeleridir, bu nedenle de eşref-i mahlûktur.
Bu itibarla; insanların diğer varlıklar üzerinde belirgin bir üstünlükleri ve hâkimiyetleri söz konusudur, ancak yaratıcı karşısında acizdirler, mahkûmdurlar. Bu durum, hâlık-mahlûk ilişkisinin en doğal neticesidir. İnsanlar mükemmel de olsalar, Allah ve O’nun koyduğu kurallar ve kaideler karşısında basittirler. Düşünsenize, neticede insanlar hastalanmaya, yaşlanmaya mahkûmdurlar; uyumaya, def-i hacete, göz kapaklarını belli aralıklarla açıp-kapamaya mahkûmdurlar. Ağlamak, üzülmek, sevinmek gibi doğal hadiselere dahi mahkûm olan, dahası ölüm ile kayıtlı olan insanlar Allah’a karşı hakimiyet iddiasına kalkışırlarsa dünyada kaos olur, kargaşa olur, bu gün olduğu gibi.

Arş-ı âlâ’daki güneş’in, ay’ın, yıldızların ve bilemediğimiz diğer varlıkların normal seyr-ü seferlerine; rüzgâr, fırtına, yağış, aşırı sıcak ve soğuk, deprem gibi doğal hadiselere; gece ile gündüzün, mevsimlerin düzenli bir şekilde işleyişine; yapraklara, çiçeklere, böceklere hükmedemeyen insan nasıl olur da Allah’a karşı hâkimiyet iddiasına kalkar?
Mevlâ’mız nasıl ki yeryüzüne ve göklere ait hükümler ve kaideler koymuşsa ve bu kurallar bir saatin düzenli işleyişi gibi aşmadan, şaşmadan, yanılmadan bir nizam ve intizam içinde devam ediyor ise; insanlar için de belli kurallar ve kaideler koymuştur. Dünya üzerindeki bilcümle kavgaların, savaşların, huzursuzluğun, anarşi ve terörün, çile ve ızdırapların temelinde ilâhî hükümlere uymamanın, sınırları aşmanın, yâni Allah’a isyan ve başkaldırının tek sebep olduğunu hangi baba-yiğit inkâr edebilecek? Her türlü ahlâksızlığın, arsızlığın, hırsızlığın, fakirliğin, açlığın, sömürünün, zulmün, kargaşanın-kaosun ve bilcümle problemlerin bir tek nedeni vardır, o da: Allah’ın insanlar için tespit ve emrettiği hayat modelini terk edip, başka modellere rağbet etmemizdir. Ne yani, bir kısım insanların, kâinatı yaratan ve yaşatan Allah’ın hükümlerine sırtını çevirerek, kendisinin veya başkalarının arzu ve isteklerine göre idare ettiği bir dünyada, güllük-gülistanlık bir manzara, bir tablo mu bekliyordunuz?
Canım, insanlar hiç mi kanun yapmazlar, kural koymazlar’ denilebilir. Elbette ki, insanlar da kanun yaparlar ve kural koyabilirler, buna itiraz eden olmaz, ancak bir şartla ki: Allah’ın hükümlerine riayet etmek kayd-ı şartıyla. Buna aykırı olarak icad ve ihdas edilen her yöntem, bir kısım insanların diğer insanlar üzerindeki baskısı ve tahakkûmu neticesini doğuracağından haksızlıktır, zulümdür. Adını ne koyarsanız koyunuz, şekil ve yöntemini nasıl belirlerseniz belirleyiniz, sonucu değiştiremezsiniz. Zira bazı insanların diğer insanlara tahakkûmu zorbalıktır, despotluktur, haramdır. Tarih boyu, dünya sahnesinde bu senaryo defalarca sergilenmiştir ve sergilenmektedir. Sahneler değişik olabilir, aktörler başka başka olabilir, zaman ve mekân değişebilir; ama senaryo hep aynı olmuştur ve böyle giderse hep aynı olacaktır. Değil mi ki mahlûk, hâlıkı’na itaati terk edip, isyan bayrağını açmıştır, o halde, bu sahnede bu senaryoyu usanmadan izlemeye mahkûmdur. Ne demişti atalarımız: Tarih, tekerrürden ibarettir. Bunlara itiraz edenler varsa;
Bir kısım insanların açlıktan, bir kısım insanların tokluktan ölmelerini; bazı insanların çöp kutularına ekmek atmasını, bazı insanların da o ekmeği alarak yemesini ve hayatta kalma mücadelesi vermesini nasıl izah edebilecek? Gücü elinde bulunduran bir takım insanların veya devletlerin 3-5 kuruş para, ya da birkaç varil petrol uğruna kendinden zayıf ülkeleri işgal etmesini, milyonlarca insanı öldürmesini, kadınları dul-çocukları yetim ve öksüz bırakmasını, şehirleri yakıp-yıkmasını, binlerce yılların birikimi olan medeniyetleri yok etmesini; bu arada vaki olan işkence, zulüm, kan, göz yaşı ve akıl almaz çile, kin ve nefreti normal vak’a sayabilecek vicdanı kararmış kaç insan bulunabilir ki. ? İnsan hak ve hürriyetlerinin, din, vicdan ve inanç özgürlüğünün, insanlık onur ve haysiyetinin ayaklar altında çiğnendiği; zulmün ve haksızlığın zirve yaptığı şu dünya düzenini ve sebeplerini nasıl izah edebiliriz?
Netice itibarıyla; aklınıza hangi…”İZM” geliyorsa, biliniz ki beladır ve zulümdür. İsimler sizi yanıltmasın, zulüm ve isyan çarkına kimileri liberalizm-kapitalizm adını vermiştir; bazıları sosyalizm-komünizm demiştir, bir başkaları da faşizm demiştir. Siyonizm, kapitalizm, sosyalizm, faşizm…oldu olacak devam edelim: Hinduizm, Budizm, Brahmanizm, Maoizm, ateizm, ataizm, say sayabildiğin kadar. Ey insanoğlu, nihayet sen mahlûksun, er geç Allah’a teslim olacak ve hayatının hesabını mutlaka vereceksin. Aklın varsa musalla’ya yatmadan önce Mevlâ’ya teslim ol. Hâlâ anlamıyor musun? Allah’ın yolundan başka bütün yollar tehlike, bütün izm’ler zulümdür. Sırat-ı Müstekîme gel, dünyamız cennet gibi, ukbâmız cennet olsun. Selâm Hakk’a tabi olanlara…
Dünya İslam’a Muhtaç. Biz Müslümanların inancına göre, canlı-cansız, bilinen-bilinmeyen bütün varlıkları yaratan, yaşatan, yöneten, rızıklandıran ve öldüren Cenabı Allah’tır(CC). Mevla’mız, insanların haricindeki tüm varlıkları dünyayı, semayı, güneşi, ay’ı, yıldızları, havayı
Allah’a kulluk etmenin iki temel unsuru vardır, ilahi emirlere riayet etmek ve yasaklardan kaçınmaktır.
Kendisini bilmenin, tanımanın ve kulluk etmenin yol ve yöntemlerini öğretmek üzere, Rabbimiz İlahi Kitapları indirmiş; ola ki kullarım anlama ve uygulamada zorluk çekerler diye, İlahi hükümleri insanlara anlatmak, açıklamak ve uygulamalı olarak göstermek üzere de peygamberleri görevlendirmiştir.

Herhangi bir elektronik cihazı veya elektrikli aleti en iyi kullanabilen onun mucidi ve mühendisidir. İnsanların yaratıcısı(mucidi, mühendisi) da Allah olduğuna göre, onların dünya ve Ahiret saadetini elde edebilmeleri için hangi ölçü ve kriterlere göre yaşamaları gerektiğini de en iyi bilen Yüce Allah’tır. Dolayısıyla, İlahi kitaplar insan hayatının en sağlam ve en güvenilir yol haritası, Peygamberler de yol göstericisi ve klavuzudur. Kim hayatını Rabbani hükümler çerçevesinde devam ettirirse, iki cihan mutluluğunu elde eder; kim de bunun hilafına hareket ederse, dünyası da Ahireti de berbat olur. Müslümanlar olarak itikadımız da, amelimiz de böyledir, böyle olmalıdır. O halde şunu söylemek mümkündür: dünya hayatını Cennet misali yaşamak; yani ömrünü huzur, güven, sükun, refah, mutluluk ve barış içinde geçirmek; Ahiret hayatında ise Cennet’le buluşmak isteyen her insan, hayat modelini tespit ederken, İlahi hükümleri dikkate almaya mecburdur. Kısaca, insanlık İslam’a muhtaçtır, İslam dünya için bir ihtiyaçtır.
Hayat modeli, dini inancı, siyasi görüşü, sosyal statüsü, maddi durumu, ırkı, dili, meşrebi, makam-mevkisi, cinsiyeti, şahsiyeti her ne olursa olsun, dünya ve ukba kurtuluşunu hedefleyen her insan, bu sese kulak vermeye mahkûmdur. Zira İslam’ın haricindeki hiçbir yol, yöntem ve model kimseyi mutlu edememiştir edemeyecektir. “O halde, bazı insanlar İslam’a neden inanmıyorlar veya hayat modeli olarak kabullenmiyorlar” denilebilir. Cevabı hazır: Bilmiyorlar da ondan. Bilseler, anlasalar, hiç böyle yaparlar mı? İnsan bilmediğine düşmandır.
Ruh ve beden sağlığını bozan alkol ve uyuşturucuyu; ekonominin müzmin mikrobu olan faizi; haksız kazancın en bariz örneği sayılan kumarı; aile hayatını dinamitleyen zina ve fuhuşu; ticaret hayatında rekabeti ve ticari ahlakı yok eden karaborsa, ihtikâr ve fahiş fiyatla mal satmayı, müşteriye hileli ve arızalı ürün vermeyi; hiç kimsenin sevmediği, ama çoğumuzda bulunan cimriliği, saçıp-savurmaya sebep olan israfı men eden hayat tarzına kim “hayır” diyebilir? Haksız yere adam öldürmeyi; insanlara, hayvanlara ve bitkilere zulmetmeyi, haksızlık ve işkence yapmayı; dedi-kodu ve gıybet etmeyi; yalan konuşmayı ve yalan yere şahitlik yapmayı; iftirayı, kini-garezi, hasedi, cehaleti; imansızlığı, hırsızlığı, arsızlığı, hayâsızlığı; tembelliği, ataleti, miskinliği “haram” sayan bir din anlayışına ve hayat modeline hangi sağduyulu insan itiraz edebilir?
“Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir; Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olamazsınız; Kendiniz için istediğinizi diğer insanlar için de istemedikçe (kamil anlamda) mü’min olamazsınız; İnsanların hayırlısı diğer insanlara faydalı olandır; Sana yapılan kötülüğü unut iyiliği unutma, başkalarına yaptığın iyiliği unut kötülüğü unutma; Nefsinin savcısı, kardeşlerinin avukatı ol” gibi iyi niyet temelleri üzerine inşa edilen modeli beğenmeyen insanlar, bunların yerine neyi koyabilirler?
Herkese iyi muamele etmeyi; mert, doğru ve dürüst olmayı; tartı ve ölçüde hile yapmamayı; fakire, yoksula, darda kalana yardım etmeyi; insanları sevmeyi ve saygı göstermeyi, alçak gönüllü ve hoş görülü olmayı; ihlaslı, tevazulu ve takva sahibi olmayı; haram yememeyi, çalışkan ve yardım sever olmayı; ana-babaya, akrabaya, yaşlı ve düşkünlere hürmet etmeyi, yardım etmeyi; iyi niyetli, güler yüzlü, alçak gönüllü, merhametli, şefkatli, adaletli, güzel ahlaklı, ilim sahibi olmayı emreden hayat nizamından daha güzel bir nizam ve sistem olabilir mi?
Ne kadar uğraşırsanız uğraşın, ne kadar ararsanız arayın, İslam nizamından daha güzel bir nizam, İslami hayat modelinden daha iyi bir model bulamazsınız. Çünkü huzurun ve kurtuluşun adresi bellidir, O’da İslam’dır. İki cihan saadeti isteyen her insan İslam’a muhtaçtır, İslâm Dini ve Nizamı dünya için bir ihtiyaçtır. “Bildiğimi okurum, istediğim gibi yaşarım” diyenler olabilir. Herkes hayat tarzını seçmekte elbette hürdür. Ancak şu biline ki, bu tercih ve yaşayışın faturası sahibi için çok ağır olur. “Söylenmedi, biz duymadık” demeyin.
Selam ve dua ile.
Siyaset Leke Kaptı.Siyaset, genel anlamda Hak ve adalet ölçüleri içinde ülkeye hizmet etmek, insanları yönlendirmek ve yönetmek sanatıdır. Esasında İslâm`ın amacı ve gayesi de budur, yani insanların dünya ve Ahiret kurtuluşunu temin etmek adına, toplumları (Hakk`a) yönlendirmek ve ilâhî hükümleri esas alarak idare etmektir. Siyasetin olmazsa olmazı ise, iktidarların alternatifi olan muhalefettir. Binaenaleyh, muhalefetsiz iktidarlar hangi açıdan bakarsanız bakınız dikta rejimine dönmüşlerdir, ortaya hoş bir tablo koyamamışlardır, koyamazlar.
İktidarlar icra makamı, muhalefetler ise kontrol mekanizması ve bir alternatif olmak durumundadırlar.
Bizim ülkemizde icra edilen siyaset tarzı, dünya normlarına göre biraz değişiklik arz eder, fazla miktarda da garabet misalleri içerir.
Genel kabul gören anlayışa göre, iktidar sahipleri; “Mühür bizde, yetki bizde; istediğimizi yaparız, istemediğimizi yapmayız; kime ne, paşa gönlümüz bilir” zihniyetine sahip olmamalıdırlar. Bu anlayış diktatörlerin, despotların, zalimlerin anlayışıdır ve işe yaramadığı için çöp kutusuna atılmalıdır. İktidara sahip olanlar doğru olanları, faydalı olanları, millet yararına olanları icra etmelidirler; ammenin servetini amme hizmetleri için harcamalı, israftan, zulme meyletmekten, haksızlıktan kaçınmalıdırlar.
Muhalefet cephesi ise, kontrol mekanizması görevini bihakkın eda etmeli, iktidarın eylem ve fiillerini adaletle, dikkatle takip etmeli, yanlış yapılanlar olursa müdahil olmalıdır, doğru yapılanları ise takdir etmelidirler.
Gel gör ki, garabetlerin çokça yaşandığı, genel anlamda zıtlaşmanın, hasedin, kin ve intikamın rağbet gördüğü; amme yararından çok kişisel menfaatlerin ön plana çıktığı, aklıselimin yerini benliğin işgal ettiği, fitne ve fesadın hüküm sürdüğü ülkemizde durum hiç de böyle değildir.
İktidar cephesine bakarsanız, yapılanların hepsi, istisnasız doğrudur. Ülke tarihinin en başarılı iktidarı kendileridir. Muhalefet makamı boş konuşanların, iftira atmayı marifet zannedenlerin, çekememezlik hastalığına müptela olanların karargâhı, beceriksiz insanların buluştuğu toplanma yeridir.
Muhalefete kulak verirseniz görürsünüz ki, iktidarın tüm icraatları yanlıştır, hatalıdır ve hatta bu insanlar vatana ihanet suçunu işlemektedirler. Hırsızlık, haksızlık, yolsuzluk, torpil, beceriksizlik, ukalalık, ahlâksızlık her ne ararsan bunlarda mevcuttur !!!
Bizim siyasetçilerimiz muhalefette iken başkadırlar, iktidarda iken başkadırlar. Muhalefettekilerin tavrına dikkat ederseniz, iktidardakilerin geçmişte ak dediklerine kara, kara dediklerine de ak dediklerine şahitlik edersiniz. İktidar ile muhalefet yer değiştirirlerse, bu defa diğerleri aynı yanlışa düşerler.
Alışılmış haldir ki, bizim muhalefetimiz; “İktidarın şu icraatları doğrudur, şu icraatları da hatalıdır” diyemediği gibi; iktidarlarımız da, “muhalefetin şu öneri ve şu teklifleri doğrudur, bunların hayata geçirilmesinde faydalar vardır, kendi aramızda istişare edeceğiz ve gerekirse uygulayacağız ” deme erdemine henüz vakıf olamamıştır.
Genel anlamda mertlik, dürüstlük, doğruluk, adalet bizim siyasetçilerimizde fazla bulunmaz. Hatta denilebilir ki, “bunlar lüks şeyler, bizde bulunmaz; ithal edecek halimiz yok ya” anlayışı hakimdir bizde. Ama menfaate kul olmak, kendi çıkarlarını ve yandaşlarını korumak, adam kayırmak, torpil ile iş görmek, rüşvet almak ve vermek, yolsuzlukta yarışmak, kamu malını zimmete geçirmek, hortumlamak işinde üstün başarı fazlasıyla mevcuttur. Bu anlamda “Üstün Başarı” madalyasını hak eden nice siyasilerimiz mevcuttur. Bu hasletler ihraç ürünü olsa, dünyada ihracat şampiyonu olmamız kaçınılmaz hal alır, kısa sürede sarmal haline gelen ve dudak uçuklatacak rakamlara ulaşan iç ve dış borçlarımız kısa sürede ödenir, bütçe ve dış ticaret açığı hemen kapatılır, enflasyon ve işsizliği sıfırlayacak tedbirler de hemen hayata geçirilirdi.
Şunu da beyan etmek gerekir ki, bu genel bir değerlendirmedir. İstisnaları yok mudur? Elbette vardır ve tarafsız bir tutumla, Türk siyasetini takip ve analiz edenler, bu istisnaları zaten biliyor. Arife tarif gerekmez, zira bizler millet olarak, bu gerçekleri yaşayarak bilenlerdeniz.
Şu da bir gerçektir ki, kimler ne derse desin, son senelerde siyaset amaç dışı kullanılır oldu, bayağılaştı, işler rayından çıktı. Kısaca ifade etmek gerekirse “siyaset leke kaptı.” Bu da mideleri bulandırıyor, sinirleri geriyor ve insanları siyasetten soğutuyor; bu hâl ise, “hayra alamet değil.”
Selam ve dua ile…