Gündoğdu YILDIRIM

Gündoğdu YILDIRIM

03 Temmuz 2025 Perşembe

BİLGİ! BİLGİ! BİLGİ!

BİLGİ! BİLGİ! BİLGİ!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

BİLGİ! BİLGİ! BİLGİ!

İster insan, ister toplum, ister devlet olsun hiç fark etmez; bir güç, kudret, huzur olsun isteniyorsa bilginin temel ilke olması gerekir.

Bilgi olmadan hiçbir şey olmaz.

Tarih boyunca da bilginin önemsenmediği yerde hiçbir şey olmamıştır.

Bakın modern, güçlü, muktedir devletlere; hepsinin temelinde bilgi vardır.

Tüm dertlerin ilacı bilgidir.

Bursluluk sınavını kazanmış öğrenciler, valinin huzuruna çıktılar, valili çocukların her birine tek tek sordu, “Bu başarınızın sırrı nedir?” diye, her bir çocuğun verdiği cevap “çok kitap okudum.” oldu.

İşin doğrusu bu verilen cevaplara şaşırmadım değil, inanın şaşırdım. Çocuklar, “Çok ders çalıştım, çok soru çözdüm.” derler diye düşünmüştüm.

Yanıldım!

Bana da iyi bir ders oldu.

Kafamdaki doğruların deneyimlenmiş olması güzeldi.

Hep bilgiye güvenmiş, bilginin hayati önemde olduğuna inanmışımdır.

Tabii ki bu inanışın temelinde genel geçer gerçeklikler vardı.

Tüm bilimler bilgi diyor.

Bilgiye ulaşmaya çalışıyor.

Bilgisiz insan boş çuvala benzer.

Ne konuştuğunun ne de yaptığının bir değeri olur.

Bakın Ortadoğu’ya hangi ülkenin yaptıkları, ettikleri bir değer arz ediyor?

Hiç birisinin!

Afrika ülkelerinde de durum çok farklı değildir.

Kabile toplumu olarak yaşayıp gitmekteler.

Toplayıcılık, avcılık…

Gelişmenin temelinde bilgi yatar.

Bilgi güçtür!

Bir ülkeyi, kıtayı, dünyayı kontrol edebilmek bilgi ile olacak işlerdir.

Güçlü silahlar, bombalar, savaş uçakları, nükleer enerji, atom bombası…

Bu işin askeri güç tarafı…

İşin teknolojik, teknik, tarım, sanayi alanı bambaşkadır.

Son zamanlarda Çin’in her alanda güçlenmesinin altında yatan en büyük neden bilgidir.

Bilgiye sahipler…

Ülkemiz tarihi eserde dünyanın cennetidir.

Kaç kişi bu tarihi eserleri incelemiştir?

Ya da kaç kişi bu tarihi eserleri merak etmiştir?

Bizim için tarihi eserler taş, kayadır.

Bilgi sahibi olmadan güç elde edilmez.

Gücün yolu bilgiden geçer.

Bilgi! Bilgi! Bilgi!

Bilginin kaynağı ise kitaplardır.

Çok kitap okumalıyız.

Kitap okumadan bilgili olamayız.

Ülke olarak bir şeyler yapmalıyız.

Bir yol, yöntem bulmalı bilgiye ulaşmalıyız.

Tehlike çanları çalmakta, kötülük kapımıza dayanmaktadır.

Çok geç kalmadan bilginin ne kadar güçlü bir argüman olduğunu kavramalıyız.

Bilgi! Bilgi! Bilgi!

Devamını Oku

SAVAŞA KARŞI BARIŞ

SAVAŞA KARŞI BARIŞ
0

BEĞENDİM

ABONE OL

SAVAŞA KARŞI BARIŞ

Savaşa karşı barış diyeceğiz, başka da bir yolu, yöntemi yok! 

Savaşa karşı savaş mı diyeceğiz?

“İyi de hep kötüler kazanıyor, buna ne diyeceksiniz?” serzenişleri duyar gibiyim.

En büyük sorunda burada!

“Savaşa karşı barış” diyoruz ama insanlık kendini hep savaşa göre konumlandırmış.

Barış diyenlerin sayısı inanın çok az hatta yeryüzünde bir avuç kadar diyebiliriz.

Güçlü bir barış çağrısı inanın her zaman karşılık bulur.

Neyse mesele çok derin ve çok eski bir hesaplaşma…

Esad döneminde Suriye iç savaşı ile başladı bu süreç…

Başarılı da olunamadı.

Rusya ve İran’ın verdiği destekle Esad Rejimi ayakta kaldı.

Rusya’nın, Ukrayna ile savaşa girmesi Ortadoğu’da dengeleri değiştirdi.

Bunu fırsat bilen İsrail, Suriye’de rejimi değiştirdi.

Ortadoğu’nun hakimi benim dedi.

Artık yeni hamleler yapabilirdi.

İran uzun süredir beklendik bir hedefti.

Hatırlarsanız, İran’a, İsrail saldırı gerçekleştirmiş, İran cumhurbaşkanını, Hamas liderini nokta atışı ile vurmuştu.

İran, ciddi bir tepki de verememişti.

Lübnan’a yapılan saldırılar,  İran’ın tepki vermemesi ve beraberindeki  diğer gelişmeler İsrail’in gücünü belirlemede etkili oldu.

Kısacası, görünen köy kılavuz istemedi.

Ortadoğu’nun tek hâkiminin İsrail olduğu aleni şekilde ortaya çıktı.

İran, Ortadoğu’da bir güçtü, kısa sürede yok edilmeliydi.

İran, güçsüzdü.

Tüm tespitler bu yöndeydi.

Hiç vakit kaybedilmeden saldırılmalıydı.

Ve İran’a bombalar yağdı.

Savaş başladı.

İşin bölgeler, ülkeler arası gelişmeleri böyle…

Bir de işin insani kısmı var.

Savaşlarda insanlar ölüyor hem de suçsuz ve günahsız yere…

Evlerini yurtlarını kaybediyor.

İnsanlık her ölümde daha fazla ölüyor.

Gözlemlediğim ve hissettiğim şu ki: Son yıllarda toplumların ahlaksal çöküşü ile birlikte savaşların da arttığıdır.

İnsanlık, toplumsal meselelere ne kadar duyarlı davranıyorsa savaşlar da o oranda az oluyor.

İçten içe savaş olsun diyor, düşmanlaştırdığımız ülkelerin yenilmesini istiyoruz. 

Yukarı da bahsettiğim gibi barışçıl söylemler söylüyor, savaşçıl davranışlar sergiliyoruz.

Barışa sahip çıkmakta yetersiz kalıyoruz.

Savaşa karşı olmak, sosyal medyada savaş karşıtı paylaşım yapmak değildir.

Suçsuz insanların öldürülmesini yüreğinde hissederek, canı pahasına mücadele etmek barışı savunmaktır.

Emperyalistler dışında…

Savaşın kazananı olmaz, olmamıştır da…

Savaşlar yıkım getirir…

Nerede olursak olalım, gücümüz ne olursa olsun hiç fark etmez; savaşa karşı olmak insanlık görevidir.

Atatürk’ün şu sözü savaşı net bir şekilde tanımlar: “Savaş zaruri ve hayati olmalıdır. Milletin hayatı tehlikeye maruz kalmadıkça savaş bir cinayettir.”

“Savaş bir cinayettir.”

İnsanlık savaşlara sessiz kaldıkça bu cinayetler artacaktır.

Savaşa karşı barış!

Her daim…

Devamını Oku

“UCUZ HAYAT”

“UCUZ HAYAT”
1

BEĞENDİM

ABONE OL

“UCUZ HAYAT”

İnsanlar bir yol tutturmuşlar, tutturdukları bu yolda yaşayıp gitmeyi doğru buluyorlar. 

Düşünmek yok, sorgulamak yok!

Doğru mu yapıyorum yanlış mı yapıyorum yok! 

Küçük işler, ayak oyunları, rakibi alt etmek, kirli işlerle kazanç sağlamak büyük marifet sayılmış…

Küçük işler diyorum…

Rakibi alt etmek mesela en büyük başarı sayılmış.

Dar alanda ayak oyunları…

Büyük fotoğrafı görmek!

Büyük insan olmak!

Dertleri değil!

Daha doğrusu “büyük insan” olmanın ne demek olduğunu bilmiyorlar. Dünyadan bi habersiz yaşayıp gidiyorlar…

Kendisini geliştirmek, üretmek, evrensel değerlere haiz olmak dünyalarında yok. 

Bu dünyadan milyarlarca insan gelip geçmiş…

Bundan sonrada milyarlarca insan gelip geçecek…

Bir zaman sonra belki de dünya da diğer canlılar gibi yok olup gidecek…

Ölümlü dünya!

İnanlar, doğarlar, büyürler ve ölürler…

İnsan öldüğünde yaşam biter.

İnsan, ömrü kadardır.

Öyleyse neden bu kin ve nefret…

Hırs, göz doymazlık…

Kötülük…

Çirkeflik…

Arkadaş, hayat kısa ve ölümlü…

Bırak kötülüğü…

Değmez…

Değmez diyorum…

Çık var ettiğin küçük dünyadan, inan büyük fotoğrafı gördüğünde boş işlerle uğraştığını göreceksin…

Kutsadığın yaşamın ne kadar basit, sıradan, bayağı olduğunu fark edeceksin…

Üç beş arkadaşın ya da çevrendeki insanların büyük bir anlamı olmadığını; kendini geliştirdikçe, ürettikçe anlayacaksın…

Senin yaptığını sıradan insanlar da yapıyor, senin bir farkın yok ki…

Yazık bedenine, bedenin içindeki beynine…

Bir ömür, sıradan bir yaşam!

Çok yazık!

Zor değil inan! 

İyilik diyorum…

Hem iyilik varken neden kötülük…

Tüm değerlerimiz iyilik üzerine değil mi?

Öğretmenler, din adamları kötülüğü lanetlemez, iyilik demez mi?

Küçük ve basit işler…

Birilerine zarar vermek, onları yok etmek…

Mutlu mu oldun, için soğudu mu?

Bu mudur bütün mesele…

Ucuz işler!

Bir hayat bu kadar ucuz olmamalı!

Bu kadar basite indirgenmemeli!

‘Ucuz hayat’ diyorum.

Bakın insanlık tarihine, kimlerin isimleri var?

Kimler anılmakta, hatırlanmakta?

Mesele bu değil mi?

Yaşamın sonlandığında insanlık seni anmalıdır.

Kaldırın başlarınızı kaldırın…

Dünyaya bakın…

Çıkın ucuz hayatlarınızdan…

Bakın geçmişe…

Ne demek istediğimi çok iyi anlayacaksınız.

Biraz tarih okuyun…

Bilimle uğraşın…

İnsanları sevin, insanlara iyilik yapın; paylaşın, dertlerine ortak olun…

Hiçbir şey yapamıyorsanız kötülük yapmayın…

Zor şeyler değil bunlar…

Bir sürü dernek, vakıf; sivil toplum örgütleri var, birisine üye olun, katkı sunun…

İyilik için yarışın…

“Bugün insanlık için ne yaptım?” sorusunu sorun kendinize…

İçinizde muhasebesini, özeleştirinizi yapın.

Kaliteli bir hayat için ilk adımı atın…

Bu çok zor olmasa gerek…

Devamını Oku

İLETİŞİM

İLETİŞİM
1

BEĞENDİM

ABONE OL

İLETİŞİM

Diğer ülkeleri bilemem ama ülkemizin en büyük sorunlarından birisi de iletişim sorunudur. 

Bu sorun ciddi boyutlara ulaşmış durumdadır.

Kimse kimseyi dinlemiyor, dinlemek de istemiyor.

Kapalı bir toplum durumu söz konusu…

Bir seminere katıldım.

Katıldığım seminer herkesin konuşmasına, fikir beyan etmesine müsaitti…

Konu da güncel olunca konuşmak isteyen birkaç kişi çıktı, söz hakkı verildi. 

Gayet makul, sorunları dile getirici cinsten bir konuşma oldu.

Sistemsel eleştiri…

Durum tespit edici…

Konuşanların konuşmaları, diğer seminer katılımcılarını o kadar rahatsız etti ki, söz isteyip fikir beyan edenleri, fikir beyan ettiklerine pişman ettiler.

İşin garip yanı; seminere katılanların yüzde doksan dokuzu aynı düşünen insanlardan oluşmaktaydı.

Aynı fikir, aynı düşünce yapısı da olsa küçük bir farklılık bir kavga tahammülsüzlüğünü beraberinde getirebiliyor.   

Bu arada şunu da belirtmekte yarar var: Seminere katılanların tamamı üniversite mezunu, birçoğu da ikinci, üçüncü üniversiteyi bitirmiş, yüksek lisans yapmış kişilerden oluşmaktaydı.

Kimsenin kimseye tahammüllü yok! 

Kimse kimseyi dinlemek istemiyor!

Bu kadar net!

Eskiler hatırlarlar; TRT ekranlarında o dönemin siyasetçileri yuvarlak masa etrafında oturur ülkenin sorunlarını, çözüm yolları ile ilgili düşüncelerini anlatır, tatlı bir havada güzel bir program yaparlardı. 

Kırıcı, incitici davranış sergilemezlerdi.

Kaba davranmazlardı.

Saygıda, nezakette asla kusur etmezlerdi.

Devlet protokolü ne ise onu uygularlardı.

Sokaktaki insanlar da iletişime açıktılar.

Konuşur, tartışırlardı.

Dinlerlerdi birbirlerini.

Aradan geçen on yıllar bizi daha mı gerilere sürükledi. 

Sürüklediği kesin…

Tahammülümüz kalmadı.

Dinlemek, duymak istemiyoruz.

İyi de hayvanlar koklaşa koklaşa, insanlar konuşa konuşa anlaşırlar.

Konuşmak, dinlenmek zorundayız.

Anlaşmak zorunda değiliz.

Aynı fikirde olmak hiç değiliz.

Bu insanın doğasına aykırıdır.

Farkımız, farklılığımızdan gelir.

Herkes kendi dünyasında yaşayıp gidiyor. Kimseyi duymak, görmek istemiyor.

Hiç konuşmayan bir toplum…

Konuşunca da birbirini kıran, inciten, fiziksel olarak birbirine zarar veren bir toplum oluyoruz.

Neden yan baktınlar…

Kadın cinayetleri…

Eş kavgaları…

Yol vermedin hesaplaşmaları…

Ötekileştirmeler…

Din, dil, ırk ayrımları ve şiddet eğilimleri…

Ve içinde yaşanılmaz bir toplum…

İletişim! 

Kimin kimden ne farkı var, aynı topraklarda doğmuş, büyümüş; aynı kültürle yoğrulmuş insanlarız. Yok birbirimizden farkımız. 

İnsanız, insan!

İletişim kuracak; birbirimize saygı duyacağız. 

Devamını Oku

AYRIŞMAK NİYE?

AYRIŞMAK NİYE?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

AYRIŞMAK NİYE?

Ayrışmak nedir? Ayrışmak: Var olan birliği ayrılma yoluyla bozmak, birbirinden ayrılmak, demektir. TDK da böyle söylüyor. Anlayacağınız kelimenin kökü bile sıkıntılı! 

Bozmak, birbirinden ayırmak, diyor…

Tıbbi, fenni, coğrafi bir anlamda kullanılsa sorun yok tabi ki de!

Toplumsal anlamda kullanıldığında sorun var…

Kulağa hiç hoş gelmiyor…

  1. yüzyılın Türkiye’sinde ırklar, diller, mezhepler, memleketler neden gündeme gelir? 

İnsanlar neden doğuştan getirdiği özelliklerinden dolayı ayrıştırılır? 

Bir cevabı olan varsa bir adım öne çıksın… 

Ne deriz; Âdem ve Havva’dan geldik, kökümüz, neslimiz bir…

Dinen değil de bilimsel düşündüğünde de insanın var oluşu yine bir ve tek…

Aklım bir türlü almıyor; insanların inancından, ırkından, dilinden dolayı ayrışmasını…

Aynı, tek olmak mümkün değil…

Aynılaşmak insanın doğasına aykırıdır…

Her toplum özgündür, özeldir…

Toplumlar, kendine has yaşarlar…

Farklıklar en büyük zenginliktir.

Hangi ülke bir ırk, bir din ve de bir dilden oluşmuştur?

Kimse annesini, babasını, ırkını, dilini, dinini, doğacağı yeri seçemez…

Bu kadar net!

Doğuştan getirilen özellikler, kişiden bağımsızdır…

Birine, “Neden tenin siyah?” diyebilir misiniz?

Ya da beyaz…

Ne bileyim neden Arap’sın?

Neden Yahudi’sin?

Hiç hoş şeyler değil bunlar…

Irk, din, dil üzerinden toplum sürekli ayrıştırılıyor…

Var olan birlik, beraberlik bozulmak isteniyor.

Kime ne faydası var?

En güzel şey birlikte yaşamak, bir olmak, diri olmaktır. 

Ne kadar farklılık, o kadar zenginlik…

Medeniyetler şehri Hatay!

Hatay’da farklı kültürler bir arada kardeşçe yaşıyor…

Hem de bin yılardır… 

Ülkemiz bir mozaikler ülkesi…

Her il aslında bir Hatay!

Boşuna denmiyor, yetmiş iki millet diye…

Bir arada yaşamayı çoktan öğrenmiş bir ülkeyiz…

Biriz, birlikteyiz…

Hem de yüzyıllardır…

Ayrışanların hal ve vaziyetleri ortada…

Ne Irak ne Suriye, Libya, Ukrayna, Yugoslavya, Avusturya, Ürdün, Mısır ne de Afganistan kaldı… 

Ders değil mi bize…

Ayrışmak niye!

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.